Tam olarak hatırlamıyorum ama sanırım 1997 yılı olmalı. Terminatör 2‘yi ilk defa kuzenimle beraber Star TV’den seyretmiştim.10 yaşımdaydım. Ne Arnold Schwarzenegger’in donuk suratı ne de bir türlü ölmek bilmeyen sıvı metalin korkutucu gülümsemesi… Bana gecelerce kabus gördüren sahne Sarah Connor’un çocuk parkındaki sahnesiydi. Tellerin arkasından kendi gençliğini ve çocuğunu yaklaşan nükleer füzeye karşı uyarmak için çığlık çığla bağırıyordu ama başaramıyordu. Ani bir ışık parlaması, kırmızıya dönen atmosfer, yerle bir olan binalar, alev alan ve en sonunda da paramparça olan insanlar. Nükleer füzenin ne olduğunu anlayacak yaşta değildim ama nükleer saldırı olduğunda olabilecekleri ilk defa gördüğüm ve zihnime kazıdığım sahne buydu.

Zaman geçtikçe tarihin kapkaranlık sahnelerini öğrendim. II. Dünya Savaşı’nı sonlandıran ve yüz binlerce insanı bir saniye içerisinde buhar haline dönüştüren Hiroşima ve Nagazaki saldırılarını öğrendim. Sonraki on yıllar boyunca nükleer savaş tehdidi ile yaşayan, adeta kendi insanlığından korkarak büyümek zorunda kalan nesilleri öğrendim. Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1991 yılında ben 4 yaşında bir çocuktum. Tarih, siyaset ve toplum bilimleri ile ilgilenmeye başladığım yaşlarda ise nükleer savaş riski artık daha soyut bir kavram haline gelmişti. İki kutuplu dünya tek kutuplu hale gelmiş ve nükleer savaş tehdidi gündelik yaşamımızdan sonsuza kadar çıkmıştı. Ya da biz öyle olmasını tercih etmiştik.
Nükleer Silah Travması
Tarihte ilk defa ABD başkanı Harry S. Truman’ın emriyle Japonya’ya atılan atom bombası ile amaçlanan şeyin, çok daha uzun yıllar sürmesi muhtemel bir savaşı erkenden bitirmek olduğu söylenir. Bununla beraber uzun yıllardır üzerinde çalışılan bu akla hayale sığmayacak bombayı kullanmış olmanın sağlayacağı güce de sahip olmak istedikleri aşikar. Üç gün arayla bırakılan bu iki atom bombasının yarattığı etkileri gördükten sonra insanların yaşadığı travmayı ve dehşeti hayal etmekte zorlanıyorum. Bu travmanın -ABD dahil- dünya üzerinde bulunan tüm insanların kalbine bıraktığı o soğuk, buz gibi hissi şu an bile göğsümde hissedebiliyorum.
Japonya’nın adeta tanrı seviyesinde tutulan imparatoru Hirohito; halkına Müttefik kuvvetlere teslim olduklarını ilan ettiği konuşmasında şu sözleri kullanır:
Dahası düşman, sahip olduğu güçle gerçekten de hesabı tutulamayacak kadar çok sayıda masumun hayatını sonlandıracak yeni ve gaddar bir bomba kullanmaya başladı. Savaşı devam ettirmek, yalnızca Japon halkının nihai çöküşüne ve yok oluşuna değil, aynı zamanda insanlığın da tamamen yok olmasına neden olabilir.
İmparator Hirohito, 15 Ağustos 1945
Japonya’nın yaşamış olduğu tarihte eşi benzeri olmayan yıkım sonrasında Sovyetler Birliği’nin kısa süre içerisinde bu savaş teknolojisine sahip olması resmin şeklini değiştirdi. Artık nükleer silahlar tek taraflı bir güç ve iktidar unsuru değil, olası bir savaşta karşılıklı olarak kullanılabilecek ve insanlığın tümünü yok edebilecek, dünya üzerindeki yaşamı sonlandırabilecek bir güç haline gelmişti. Tüm insanlık yüreklerinde şu korku ile yaşamak zorundaydı artık: bizim de bu son ile karşılaşmamızın önündeki engel nedir? Böyle bir yıkım ile karşılaştığım takdirde hayatta kalmamızın bir yolu var mıdır?
1941 yılında dönemin ABD başkanı Roosevelt tarafından Almanlar’dan önce bir nükleer bomba yapma hedefiyle görevlendirilen ve Japonya’ya atılan atom bombalarının bir anlamda babası olan J. Robert Oppenheimer, savaştan sonra yaptığı konuşmasında şunları söylüyordu:
Atom silahlarının tüm dünyayı etkileyen bir tehlike olduğunu söylemek doğru olacaktır, ayrıca bu anlamda herkes için ortak bir sorundur, tıpkı bir zamanlar Müttefikler’in Nazileri yenmeye çalışmasının ortak bir soruna dönüşmesi gibi. Bu ortak sorunu çözebilmek için toplumun sorumluluk bilincinin eksiksiz olması gerektiğini düşünüyorum.
J. Robert Oppenheimer, 2 Kasım 1945
Dr. Frankenstein’ın tüm insanlığı, yaratmış olduğu bu canavara karşı bilinçlenmeye çağırmasına benziyor.
Nükleer Silahların Azalışı ve Günümüz
1986 yılında tüm dünyada 70.300 aktif nükleer füze başlığı bulunuyordu. Günümüzde ise bu aktif nükleer füze başlığı sayısı 3.750‘ye düşmüş durumda. Toplam nükleer füze rakamı ise 13.865. Dağılım aşağıdaki gibi:
Süper güçlerin sahip oldukları nükleer silahlar sayesinde birbirini dizginlediği bir siyasi konjonktür ve gerçeklik artık bize uzak olsa da Türkiye’de yaşayan vatandaşlar olarak yüzleşmemiz gereken çok saçma ve sürreal bir gerçeklik var: Dünya üzerindeki bu 3.750 aktif nükleer başlıktan 50 tanesi Adana, İncirlik üssünde yer alıyor. [Kaynak]

ABD’nin İncirlik üssünde yer alan bu 50 nükleer füzenin hangi amaçla veya hangi caydırıcı etkisi sebebiyle bölgede tutulduğunu ABD lider kadrosu dışında kimse bilemez. İran, Rusya, Pakistan ya da başkaları.. Daha da ötesinde bu füzelerden bir tanesinin bile kullanıldığı bir günün ertesi sabahında nasıl bir sabaha uyanabileceğimizi hayal etmek ise çok daha zor, hatta imkansız.
Nükleer Silahlara Karşı Elimizden Ne Gelebilir?
Peki gelelim önemli soruya. Yüz binlerce insanı gerçek anlamda bir saniye içerisinde yok edecek 50 adet füze ile aynı ülkeyi, toplamda da 13.865 adet nükleer silahla bu yer küreyi paylaşmak durumunda kalan bizlerin elinden ne gelir?
Yapmamız gereken ilk şey, tarih kitaplarının kapanan sayfalarından bir şehir efsanesi gibi okuduğumuz nükleer savaş tehdidinin aslında sona ermediği gerçeği ile yüzleşmek olabilir. Zira dünya üzerinde tek bir nükleer silah bile varlığını sürdürdüğü sürece, küresel bir yıkım ile aramızdaki tek şey, gözü dönmüş bir liderin basacağı bir düğme olacaktır.
Bu acı ve zor gerçekle yüzleştikten sonra etrafımızdan başlayarak bu bilincin yayılması için sesimizi çıkartabiliriz. Daha çok insanı bilinçlendirip daha fazla insanın bu korkunç gerçeğe karşı sesini yükseltmesi için yüreklendirebiliriz.
Son olarak da, gerek yerel gerekse küresel seviyede nükleer silahsızlanma ve nükleer silahların imhası için çaba gösteren siyasi ve sivil toplum hareketleri destekleyebiliriz.
Kapatırken
Tüm bunların üzerine, New York Times bugün yayınladığı bir makalede, Türkiye ve Erdoğan’ın nükleer silaha sahip olmak istediğini yazıyordu. Aslı astarı olmadığına ve sadece politik bir algı yaratmak amacıyla yayınlandığında tüm kalbimle inanmak istediğim bu yazının linkini de, okumak isteyebilirsiniz diye buraya bırakıyorum.
Bitirmeden önce, bir şehrin nükleer füze saldırısına maruz kaldığı takdirde yaşanacakları olabildiğince gerçek, olabildiğince yalın ve olabildiğince detaylı olarak anlatan bu Kurzegast videosununun linkini bırakıyorum. Seyretmenizi şiddetle tavsiye ederim.